KARAPINAR
  Enerji Politikası
 
Biraz uzun ama tamamını okursanız eğer Türkiye'nin enerji politikası hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Türkiye"de Enerji Krizi Değil Yönetim Krizi Var

 

ABD, Rusya, İran ve Türkiye için oldukça önem arz eden enerji konusunu Enerji Uzmanı Necdet Pamir ile enine boyuna masaya yatırdık.

Türkiye"nin yapmış olduğu anlaşmalar ve ülke içi enerji politikaları hakkında bilgi veren Pamir, Türkiye"nin çıkarlarına uygun bir enerji politikasının olmadığına ve enerji potansiyelimizin yıllardır görmezden gelindiğine dikkat çekti. 

 

Türkiye"nin son dönemdeki enerji politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Enerji politikasının belli temel unsurları vardır. Öncelikle doğal kaynakları açısından kendi ülkenizin gerçek potansiyelini saptamanız gerekir. Ülkenizin enerji kaynakları açısından potansiyelini bilmeden bir politika belirleyemezsiniz. Türkiye"nin eksiklerinin en başında gerçek potansiyelini bilimsel anlamda ortaya koyamamış olması ve bunun yanı sıra da ispatlanmış rezervleri ile özellikle ortada olan bir potansiyelini -bunu özellikle kömür, hidroelektrik ve yenilenebilir kaynaklar için söylüyorum- devreye koyamamış olması gelmektedir bu eksikliklerin ve yanlışların başında. Şimdi bir durum saptaması yapabiliriz. O da şudur: Türkiye tükettiği enerjinin yüzde 90"a yakınını üç fosil yakıtla (petrol, doğalgaz ve kömür) karşılıyor. Burada petrolü ve gazı büyük oranda ithal ediyor. Özellikle petrolde yüzde 92 oranında, doğalgazda neredeyse tamamen dışa bağımlıyız. Kömürde ise farklı bir durum var. Bir taraftan Türkiye kendi linyit potansiyelini yeterince kullanamıyor. 10 milyar tona yakın limit  rezervimiz var ama bunun 2/3"sini enerjiye çevirememiş durumda. Buna karşın kömür ithal ediyor. Bu bir çarpıklıktır. Her ne kadar kömürün kalorifik değerinin düşüklüğü, kükürt oranının yüksekliği dile getirilse bile özellikle ileri yakma teknolojileriyle hem çevreye riski minimize edebileceğimiz hem de verimliliğini artırabileceğiniz bir kaynaktır fakat bizdeki linyit kullanılmıyor. Onun ötesinde hidroelektrik kaynaklarımızın da ki teknik, ekonomik, kullanılabilir potansiyeli yaklaşık 180-190 milyar kilovat saattir. Hala internet sitelerinde Enerji Bakanlığı ve TSE"nin 126 gibi düşük bir rakam yer alır ki bu doğru değildir. Küçük hidroelektrik santral potansiyeliyle 180-190"a çıkar bu potansiyel. Bunun da 3/4"ü kullanılmıyor bekliyor ki bu yenilenebilirdir ve size aittir. Bunu dışardan almıyorsunuz. Dolayısıyla burada bir sıkıntı var. Yenilenebilir kaynaklarını da kullanmıyor Türkiye. Demek ki Türkiye"de bu kadar dışa bağımlı ve sadece bu iki kaynağa 2006 yılında 26 milyar dolar ödemiş. Buradan hareketle Türkiye"de petrol ya da doğalgaz yoktur diye bir noktaya gitmekte yanlıştır. 1930"lu yıllarda Türkiye"nin ekonomik anlamda petrol potansiyeli ortaya konmuştur. O günden bugüne 2000"e yakın arama kuyusu açılmıştır. Bu sayı son derece düşüktür. “2000 tane kuyuyla Türkiye"nin potansiyelini ortaya koyduk” diyemezsiniz. Dolayısıyla Türkiye henüz petrol ve doğalgaz açısından durumu bilen bir ülke değil. Özellikle denizlerimiz başta Karadeniz olmak üzere neredeyse hiç aranmamıştır. Bir oran vermek gerekirse denizel alanlarımızdaki arama oranı %5"e yakındır. Aranması gereken %95"lik bir alan vardır. Karalarımızda bile özellikle petrol varlığının ispatlandığı Güneydoğu Anadolu"da bilimsel anlamda aranmış arazi oranımız yaklaşık %17"dir. Onun için Türkiye aranmamıştır. Türkiye"de bir Suudi Arabistan ya da Irak, İran potansiyeli olmayabilir petrolde kanıtlı ama bu sizin “Türkiye"de petrol yoktur” noktasına gitmenize neden olmayacak bir durumdur. Türkiye aranmamıştır. Dolayısıyla petrolde, gazda aramamışsınız ama 26 milyar dolar dışarıya para veriyorsunuz. Kömürünüzün 2/3"sini kullanmıyorsunuz. Hidroelektriğinizin 3/4"ünü kullanmıyorsunuz. Yenilenebilir kaynaklarınıza daha elinizi değmemişsiniz bütün bunlar varken bu hükümetin ve daha öncekilerin herhangi bir enerji politikasına hele başarılı politikasından söz etmek mümkün değil ve bu bağımlılık oranı da giderek artıyor. Bu iktidarın daha önceki hükümet ettiği 4.5 yıllık dönemde tek bir çivi çakmadığını söylersem yeridir. Özel sektörün önünü tamamen açacak uygulamaları devam ettirdiler. Onlardan önceki hükümetler döneminde 4628 sayılı yasa ile kamunun yatırım yapmasının önü daha evvel kesilmiştir. Aynı tavrı devam ettirdiler ama o günden bugüne her yıl bizim en az 2-3 bin megavatlık  potansiyel her yıl beklememiz gerekiyor derken bu hükümet, bakıyorsunuz 700-750 megavatın ötesinde bir yatırım özel sektör yapmamış. Yasayla da kamunun önünü kesmiş durumdasınız. Yatırım yapılmayınca bu enerji kriziyle, elektrik kriziyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Demek ki bu bir enerji krizi değil, yönetim krizidir. Yönetemiyorlar, son derce başarısızlar. Tabi ki konunun bir de kadrolaşma boyutu var.

 

"Nitelikli Yöneticiler Tasfiye Edildi"

 

Kadrolaşma konusunu biraz açabilir misiniz?

 

Türkiye sadece linyit ve hidroelektrik artı yenilenebilir kaynaklarda zengin potansiyele sahip değil. İnsan kaynakları açısından enerji sektörünü yönetebilecek ve yürütebilecek insan kaynakları açısından da zengin. Enerji Bakanlığı"nın bağlı ve ilgili 20 civarında kuruluşu var. Bunların tamamında müthiş bir kıyım uygulandı ve daha da uygulanıyor. Halbuki bu işi yapabilecek çok nitelikli kadrolar vardı. İş başında olanlar sadece bir referansa bakarak özellikle ağırlıklı olarak bunun istisnaları olabilir ama özellikle çok ağırlıklı olarak belli tarikatları öne çıkarılmak suretiyle iş başına getiriliyor. Bu da tabi benim burada sıklıkla eleştirdiğim şey sadece birinin dini inancı değil. Ya da başına türban takması, ayağına takunya giymesi değil. Sadece referansınız bu olursa bir noktaya gelebilmek için o en iyi yönetici her zaman olmayabiliyor, büyük çoğunlukla da olmuyor. Bu işi yönetebilecek hangi siyasi görüşten olursa olsun, kime oy veriyor olursa olsun çok nitelikli kadrolar varken onların yerine bunların koyulması enerji sektöründe biraz önce dile getirdiğim sorunların temel noktalarından birini oluşturuyor.

 

Enerji konusunda yap işlet devret modeli işe yaramadı galiba…

 

Geçmiş yıllardaki hükümetlerinde olumsuz bir “armağan”ı olmak üzere yap işlet devret türü Dünya Bankasının dağıttığı modeller var. Bunların da etkisi hala sürüyor çünkü bunlar uzun erimli satın alma garantilerini içeren anlaşmalar. Bir taraftan doğalgaza bağımlılığımız yüksek oranda öte yandan doğalgazın elektrik sektöründe akıl dışı oranlarda kullanılması son derece olumsuz tamamını ithal ettiğimiz bir kaynağı bu kadar yüksek elektrik üretiminde kullanılması yanlış. Öte yandan gaz talep tahminleri daha önce abartılarak al ya da öde anlaşmaları imzalandığı için Rusya, İran, Cezayir, Nijerya ile getirebileceğimizden fazla. Doğalgaz depomuzda olmadığı için son dönemde sınırlı bir miktar devreye girecek olsa bile son derce yetersiz bu. Tüketemeyeceğiniz gazın parasını ödeme noktasındasınız. O yetmezmiş gibi doğalgaza dayalı dünya bankası modelleriyle pahalı elektrik üretmesi kaçınılmaz olan yap işlet yap işlet devretlere 25 yıllığına satın alma garantisi vermişsiniz. Bu da ayrı bir  ucube oluşturuyor. Dolayısıyla siz bunlardan elektriği satın almak için bunları tam kapasite çalıştırıyorsunuz yani satın alma garantisi vermişsiniz. Daha ucuza üreten kamu santralleri ister hidroelektrik olsun, ister kömür, ister doğalgazla çalışsın bunları daha düşük verimde çalıştırıyorsunuz. Neden derseniz, her ülke belli bir dönemde tüketebileceği kadar elektrik üretmek durumundadır. Çünkü elektrik depolanamaz, bu bir plan işidir. Şimdi siz kalkıp bu santrallere,  yap işlet yap işlet devret, özel sektör santrallerine ise yerli yabancı ortaklığı veriyorsunuz. Bu konsorsiyumlara garanti verdiğimiz için elektriklerini almasak da onlara parasını ödeme zorunluluğumuz var. Tüketebileceğiniz zaman ise kömür, doğalgaz ya da hidro ile çalışan kamu santralleri düşük verimle çalıştırıyorsunuz. Dolayısıyla bu da bir ucubedir. Bunun somut bir örneğini vereyim. Türkiye"nin bugün kurulu gücü 40 bin 500 megabayttır. 40 bin 500 megabayttan santraller arası tabi ki farklılık var ama sizin üretmeniz gereken yıllık elektrik miktarı yaklaşık 200 – 210 milyar kilovat saattir. Türkiye geçen sene bu kurulu güçten 200–210 milyar kilovat saat yerine 176 milyar kilovat saat almış. Demek ki % 15 civarında elektriği üretirken kaybediyorsunuz. Bir de kötü yönetim nedeniyle siz ürettikten sonrada bu elektriği yaklaşık %20"sini aksine beyanlara karşı düşürdük falan diyorlar kayıp kaçak oranını ama kayıp ve kaçak ayrı şeyler olmasına rağmen bunda tek bir başlık altında dile getiriyorlar. Kayıp kaçaktan % 20 civarında da bir kaybı var Türkiye"nin. Şimdi düşünün %15"ini üretemiyorsunuz, %20"sini de kayıp kaçak altında kaybediyorsunuz. %35"ini kaybettiğiniz bir kurulu gücünüz, bir sisteminiz var. Siz bunu çözmemişsiniz. Var olan kaynaklarınızı kullanmıyorsunuz. Yani hidroelektriğinizi, kömürünüzü ve satın alma garantili anlaşmalar nedeniyle de kullanmıyorsunuz. Yenilenebilirliğinizi devreye sokamıyorsunuz.  Petrolü ve gazı alamıyorsunuz enerji politikası bunun neresinde.

 

Yenilenebilir kaynakların kontrol altına alınmamasının nedeni nedir?

 

Tabi ki politikasızlık bunun nedenlerinden bir tanesi. Kimilerine göre de bir politika var. Burada kelimeyi ele alışınıza bağlı. Dışa bağımlılık anlamında bir politika var, eleştiren arkadaşlarımız "birileri bilinçli bir şeyler yapıyor" demeye getiriyorlar. Olayın özü  şudur. Daha önceki hükümetler döneminde başlayan ve bu yönetiminde devam ettirdiği bir yapı var. Bu nedir? Dünya Bankasının size dayattığı sizin de itiraz etmeden kabul ettiğiniz talepler vardır. Ama 25 yıllık anlaşmalar var. Bunları uluslararası tahkimle de zamanında maalesef pekiştirdikleri için silip de atamıyorsunuz. Siz iktidar olsanız diğer iktidarın yaptığı bu anlaşmayı iptal edemiyorsunuz çünkü bu durumda çeşitli ağır yaptırımlar ile karşılaşıyorsunuz. Hukuk devleti olmanın maalesef bazen de bu tür dezavantajları var. Buradaki sıkıntı anlaşmalar olduğu için ve bu anlaşmalar devam ettiği için o anlamsız uygulamalar devam ediyor. Devam ettiği sürece de kendi kaynaklarımızı yeterince devreye sokamıyoruz. Çünkü zaten tüketemeyeceğiniz bir miktar ile karşı karşıya kalıyoruz. Özellikle doğalgaz bu konuda bize çok ciddi sıkıntı yaratıyor. Tüketemeyeceğimiz gaza Devlet Denetleme Kurulu ve Sayıştay raporlarına göre 2014 yılına kadar tüketeceğimiz gaza değil tüketmesek bile parasını ödemek zorunda kalacağımız gaza 14 milyar dolar ödeme riskimiz var. Bu pahalı elektrik alımları nedeniyle de yine 2019 yılına kadar 19 milyar dolar yani toplam 33 milyar dolar sadece bu işten sırtımızda yük var. Siz bunu çözemeden yeni kaynaklarınızı devreye sokmada sıkıntıya giriyorsunuz. Ama bunun mutlaka çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Bunun uluslararası hukuk, ticaret, dış politika boyutu var ama bunun teknik boyutları da var. Bunların tümümün birlikte planlanması lazım. Bunu yapabilecek bir hükümet olmadı maalesef. Şimdiki yapının da aynen devam edeceği anlaşılıyor. İlk beyanlara bakacak olursanız dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer"in haklı olarak veto ettiği ne kadar yanlış uygulama varsa -petrol yasası gibi- bu kanunların çok ciddi sıkıntıları vardı. Sanki marifetmiş gibi nasılsa cumhurbaşkanı değişti bu kanunlara onay verecektir düşüncesiyle hareket ediyorlar. Bir an önce getireceğimiz yasa tasarıları arasında bunlar var diyerek bunları hazırlıyorlar. Bu yanlış uygulamaların devam edeceği anlaşılıyor. Dolayısıyla maalesef Türkiye"nin geçtiğimiz yıllarda da bir enerji politikası yoktu ya da diğer arkadaşların söylediği gibi bir politika vardı ve bilinçli bir politikaydı bu.

 

Bu “bilinçli politikaları” açabilir misiniz?                              

 

Seçimler döneminde birçok şirket çeşitli partileri destekliyor. Çoğunlukla da bu şirketler en karlı alan olan savunma sanayi ve enerji gibi sektörlere gözünü dikmiş şirketler oluyor. Zaten enerji sektörlerinde hiçbir birikimi olmayan şirketlerin bile bir süre sonra enerji şirketleri kurduklarını görüyorsunuz. Çünkü çok karlı bir pasta olarak görüyorlar. Şimdi bu şirketler de akıllıdır. Tek bir partiye de geleceklerini bağlamazlar. Yumurtaları farklı sepetlere dağıtırlar. Seçim kampanyaları sırasında destekleri nedeniyle daha sonra bunun bir diyeti olur.

 

Yumurtayı farklı sepetlere dağıtarak diyet alan şirketler hangileri?

 

Burada şirket adı vermek doğru olmaz ama daha önce ANAP döneminde hangi şirketlerin etkin olduğuna bakılabilir. Her siyasi iktidar döneminde hangi şirketlerin öne çıktığına bakarsanız biraz da objektif bir değerlendirme yaparsanız bu şirketleri bulursunuz. Bu iktidar döneminde de hangi şirketlerin enerji sektöründe öne geçtiğine bakarsanız bunu anlayabilirsiniz. Bu beni neden rahatsız eder. Çünkü ülkelerin enerji alanları stratejik sektörlerdir. Burada ulusal çıkarlar her zaman mutlaka belli şirketlerin çıkarları ile örtüşmeyebilir. 

 

Özel sektöre karşı olduğunuzu söyleyebilir miyiz?

 

Yaptığım bu değerlendirme özel sektör karşıtlığı değildir. Özel sektörün faaliyet göstereceği yüzlerce alan olabilir. Enerji sektöründe de parası karşılığı gelir bir santral yaparsınız. Bunlar olabilir. Başka hizmetler verebilirsiniz ama sektörün nasıl yönetileceğini, hangi kaynakların ön plana çıkması gerektiğini şirketler karar verdiği ya da bu kararları büyük oranda etkilemeye başladığı andan itibaren sizin önce enerji alanındaki bağımlılığınız, ondan sonra ekonomik bağımlılığınız, ondan sonra ulusal güvenlik anlamındaki bağımlılığınız ciddi tehdit altına girer. Beni bunlar enterese ediyor. Maalesef birçok özel şirket hepsi için söylemiyorum ama kendi kar hırslarına yenilerek ulusal çizgiden daha uzakta bir politika izlenmesine neden oluyorlar.

 

Türkiye"nin İran ile yaptığı doğalgaz anlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Türkiye enerji gereksiniminin yüzde 25"ine yakınını doğalgazdan karşılıyor. Özellikle elektrik tüketimindeki doğalgaz girdisi nedeni ile doğalgazın payı Türkiye"de giderek artıyor. Başta da söylediğim gibi Türkiye sınırlı bir yurtiçi üretimi olduğu için doğalgazın tamamına yakınını dışarıdan alıyor. Yıllardır 4 ülkeden alıyordu. Bunlar sıvılaştırılmış gaz şeklinde Nijerya ve Cezayir ile üç boru hattı ile toplam ikisi Rusya"dan birisi İran"dan gelen gazı alıyor. Bizim ithalatımız içinde bağımlılık anlamında Rusya"nın çok tehlikeli oranda yüzde 64"e varan oranda ağırlığı var. Yani biz ithal ettiğimiz gazın yüzde 64"ünü Rusya Federasyonundan alıyoruz. Yüzde 18"ini İran"dan alıyoruz. Geçen yıl İran"dan 5.7 milyar metreküp aldık. 30.6 milyar metreküp civarında da doğalgaz tükettik. Batı Karadeniz"deki birkaç kuyudan kademeli olarak Türkiye üretmeye başladı. Onun dışında karasal alanlarda çok sınırlı üretimimiz vardı. Kademeli olarak 750 milyon metreküp"e yaklaşacak bir üretimi olacak Türkiye"nin. Bütün bunlar içerisinde İran"la bir mutabakat imzalandı. İran"dan almakta olduğumuz gazın artarak Türkiye üzerinden Avrupa"ya taşınması ve bir de dünyanın en büyük sahaları arasında sayılan İran"ın da en büyük doğalgaz sahası olan Güney Pars sahasının 22, 23, 24. bölgelerinde ulusal kuruluşumuz Türkiye Petrolleri"nin yatırım yapma sahaları geliştirmesi gibi bir yaklaşımdan söz ediliyor mutabakatın alt unsurları olarak.  Doğalgaz santralinin, hidroelektrik santralinin yapılması, Türkmen gazının İran üzerinden Türkiye"ye gelmesi gibi. Ama asıl konumuz bu. Öte taraftan Amerika"ya da şu mesaj veriliyor olabilir -keşke böyle olsa- “bakın siz PKK konusunda ciddi bir adım atmıyorsunuz, siz sadece bizi oyalıyorsunuz o zaman ben de İran ile paralel hareket ederim.” Siyaseten ve finansman açısından zaaflarımız olmasa bunu yapabilirsiniz. Ama eliniz bu kadar zayıfken o blöfünüzü kimse de yutmaz. Bu hükümetin bu işi götürebileceğine inanmıyorum. Bunu düşünmek için de haklı nedenlerim olduğunu düşünüyorum. Dışişleri Bakanı Ali BABACAN Amerika"da iken İran gazı meselesini BABACAN"a soruyorlar o da diyor ki; “o imzaladığımız bir anlaşma değil bir mutabakat.” Bu da bir adım ileri iki adım geri pozisyonu ifade ediyor.

 

"İran ile yapılan mutabakatta ciddi sorunlar çıkacak"

 

Bu politika Türkiye"nin uluslararası alanda güvenirliğini zedelemez mi?

 

İran tarafından zaten bir ay içerisinde bu mutabakatı anlaşmaya çevirmezseniz ya da daha somut bir hale getirmezseniz geçerliliği kalkar. Güney Pars"ta size verdiğimiz ihalenin geçerliliği kalkar diye sıkıştırıyor. Dolayısıyla sizin hem İran nezdinde hem de diğer ülkeler nezdinde bir inandırıcılığınız olmaz. İran bunu kendi açısından ustaca kullanıyor. Hem nükleerdeki sıkışıklığını aşmaya çalışıyor çünkü Fransa"da Sarkozy seçim öncesi söylemlerinden çok keskin bir çarkla Amerikan politikaları paralelinde hareket ediyor. Dolayısıyla İran"ın çok da sıkıştığını söyleyemem. Kendine müttefik arama ve bulmak konusunda başarılı. Ustaca politikalarını uyguluyor. Bir taraftan da Türkiye"ye mesela Amerika"dan üst düzey bir yetkili ya da İsrailli yetkililer geldiğinde bir de bakıyorsunuz İran Kandil Dağına yönelik bir operasyon yapıyor. Türkiye ile paralel olduğunu göstermek için. Dolayısıyla bunlar taktiksel hamlelerdir. Türkiye"nin de bu konjonktür İran ile paralel hareket etmesini gerektiren bir altyapı oluşturuyor. Mevcut hükümetin BOP konusundaki yaklaşımları ve Amerika ile birçok konuda dış politikadaki endekslenmeleri dikkate alındığında çok da inandırıcı olmadığını bu nedenle İran ile yapılan mutabakatta ciddi sorunlar olacağını ve geri adım atacaklarını tahmin etmek için yeterince nedenimiz var. 

 

ABD"nin bu anlaşmaya tepki göstermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

En başta söylenmesi gereken Türkiye bağımsız bir ülke ise eğer -ki öyledir- komşuları ile karşılıklı yarara dayanmak koşulu ile ticaret yaparken, ortak yatırımlar yaparken üçüncü bir ülkeye sorma gereği duymamalıdır duymaması gerekir. Dolayısıyla bizim İran, Suriye, Irak ile de herhangi bir ilişkiye girerken gözetmemiz gereken karşılıklı yarardır. Eğer bu ülkenin bizim ülkemize herhangi bir konuda zarar verdiğini düşünüyorsak girmeyebiliriz. Ama öyle düşünmediğimiz takdirde bizim Amerika"ya, Rusya"ya sormamamız gerekir. Ama maalesef izlediğimiz dış politika nedeni ile ve ülkemizin içine düşürüldüğü ekonomik durum nedeni ile maalesef bu durum böyle olmuyor. Benim bu eleştirim hükümet ile ilgili. İran bugün Rusya Federasyonu"nun arkasından rezervleri itibari ile ikinci sırada yer almaktadır. Dünyada bilinen doğalgaz rezervleri yani üretilebilir rezervler 180 trilyon metreküptür bunun yüzde 27"si Rusya Federasyonu"nda yaklaşık yüzde 15"i İran"da yüzde 14"ü Katar"da diğer büyük rezervleri olan ülkelerde Cezayir, Nijerya, Mısır, Türkmenistan, Özbekistan gibi ülkeler var. Bu anlamda İran tabii ki önemli bir potansiyel. Fakat şu anki durumu itibari ile İran yılda 85 milyar metreküp gaz üretiyor, 85 milyar metreküpte tüketiyor. Yani bir anlamda ürettiği kadarını tüketiyor. Bizim geçen yıl İran"dan 5.7 milyar metreküp gaz bir anlamda İran"ın Türkmenistan"dan aldığı gaz karşılığı bize verebildiği bir gazdır. İran"ın bize daha fazla gaz verebilmesi için Güney Pars gibi sahalarını geliştirmesi lazım. ABD uzunca bir süredir İran ve Libya"ya yaptırımlar uygulamak için İran-Libya Sanctions Act (ILSA) adında bir yasa çıkarmıştır. Ve bunu belli yıllar itibari ile uzatır. Bu neyi söylüyor? İran"ın başta nükleer konusu olmak üzere bir tehdit olarak gördüğünden -kendi terminolojisi dahilinde “Rogue State” yani “serseri devlet”  olarak tanımlıyor kimi yazarlar- İran"a yaptırım uygulamaya çalışıyor. Ama İran"a yaptırım uygularken Amerikan şirketlerine değil de Amerikan dışı şirketlere de uygulama hakkını kendinde görüyor. Bu da şunu söylüyor, İran"ın petrol ya da gaz sektörüne 20 milyon doların üzerinde yatırım yapan herhangi bir şirkete ben finansal anlamda ambargo uygularım. Varsa eğer Amerika"daki varlıklarına el koyarım. Bunu yapamazsın kardeşim dememiz gerekir. Fakat bunu yapabilmeniz için sizin hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda bağımsız devlet olmayı hak eden bir politika izliyor olmanız lazım. Bir taraftan bir parantez açalım şunu söyleyelim. Bugün Amerikan Enerji Bakanlığının web sayfasını açın İran ülke analizine girin orada Güney Pars sahasından İtalyanların ENI şirketi, Fransızların Total şirketi, Çinlilerin China National Petroleum Company (CNPC) şirketlerin Güney Pars sahasında yatırım yapmayı sürdürdüklerini görürsünüz. Ama aynı Amerikalı yetkililer Türkiye"ye sürekli “hiç doğru zaman değil, akıllıca bir iş değil” diyerek her an İran"ı vurabileceklerini ima etmeye çalışıyorlar. Ama neden bu ülkelerin yöneticileri Türkiye"ye bunu söyleme hakkını kendilerinde görüyorlar da İtalyanlara, Fransızlara, Çinlilere söylemiyorlar. Şimdi eğer Başbakan Erdoğan, “ben Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım” diye övünüyorsa -BOP"un uygulamasına bakıldığında doğalgaz ve petrol kaynaklarının en bilinen ağırlıklı kısmı Ortadoğu"da bulunduğu için bunu kontrol etmeye yönelik bir master planıdır- Irak gibi bir ülkede 1 milyona yakın bir sivil öldüyse bunun övünülecek bir yanı yoktur. Ama siz fiili olarak övünüyorsunuz. Bunu eleştiriyorum ama bunun ötesinde Amerika"nın dünyada ve kendi vatandaşları tarafından bu kadar mahkum edilen uygulamaları varken bu uygulamaların yanında olmak ve eş başkanı olmakla övünüyorsanız burada çok ciddi bir sorun vardır. Bir anlamda siz Amerika"ya, Amerikan dış politikasına olan endeksli dış politikanızdan bahsediyorsunuz.

 

BOTAŞ, saydığınız bu ülkelerin şirketlerinin gücüne sahip midir değil midir?

 

BOTAŞ daha Elektrik Üretim Anonim Şirketinden alması gereken parayı tahsil edemiyor. Ankara Büyükşehir Belediyesinden parasını tahsil edemiyor. Buna karşılık maliyeye borcu var. Maliye kalkıp BOTAŞ"a haciz uygulamaya kalkıyor. Buna karşın BOTAŞ faaliyetini sürdürebilmek, aldığı gazın parasını ödeyebilmek için ya da maaş ödeyebilmek için yüksek faizli olumsuz koşullarla kredi alıyor. Bu BOTAŞ mı, Amerika"ya sormadan İran"da boru hattı için yatırım yapacak. Bütün bunlar ne finansal anlamda yapabileceğimiz ne de Amerika"ya bu kadar boynunuzu eğmiş ona paralel bir politika izlerken siyaseten yapabileceğiniz şeyler değil. 13 Temmuz"da bu mutabakat ilan edildi. 22 Temmuz"da da seçimler vardı. Seçimlerden önce Amerika"ya rağmen de iş yaparız, biz Rusya"nın hamlelerine karşı sessiz kalmadık. Rusya bizi by-pass ettiğini söylüyor ama Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattı ile ya da Kazak gazı ve Türkmen gazını biz bağladık derken Türkiye"yi terminal olma noktasından uzaklaştırdığını iddia ediliyor ama biz yıkılmadık ayaktayız diye bir kere iç politika odaklı bir mesaj veriyor. Ruslara diyor ki, “siz Burgaz-Dedeağaç"a gidiyoruz diyorsunuz ama gelin şu Samsun-Ceyhan hattını yapın. Aksi halde bakın bizim İran opsiyonumuz var” yüzde 64 oranında Rusya"ya bağımlı iken Rusya"ya bu çıkışlarınızı kabul ettirmek pek de ciddiye alınabilecek bir yaklaşım değil.
 
  Şimdiye Kadar 47513 ziyaretçi (89015 klik) kişi burdaydı! Produced by Mustafa  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol